YAŞAM 

ÖLMEYE YELTENMEK

İntihar girişimleri başarısız oldukça insan kendini daha da işe yaramaz hissediyor. Aynaya bakıp “Ulan, yaşamak senin ne haddine? Sen daha ölmeyi bile beceremiyorsun!” diyor yansımasına. Sonra sonu gelmez çaresizlik zincirlerine vurulmuş buluyor kendini. En güneşli yaz günlerinde bile yağmurlar yağdırıyor gözlerinden ve fırtınalar kopartıyor içinde. Kendine çektirdiği işkenceler yetmezmiş gibi bir de çevresindekilere yakıyor sigarasını. “Peki, ben ölürsem onlar ne yapacak?” gibi sorular sorup kendine birtakım düşüncelilikler takınıyor, bencilleştiremiyor kimliğini. Çok ağlarlar mı arkamdan? Ne kadara unuturlar beni? Sahi, hiç hatırladılar mı ki? Mezarıma sadece öldüğüm gün mü uğrayacaklar? Hangi…

Devamını Oku
YAŞAM 

KELİMELERİN İZİ

Düzeni bozuk bir çağdan selam olsun… Kalemine sahip çıkan, her bir harfi özenle kâğıda nakşeden tüm yüreklilerin adına yazılacak bu satırlar. Dünyanın altı, üstünü mat etmiş; piyonlar meydana çıkmış da her şeyden bihaber olan insanlar kırık bir satranç tahtasında yerinin sağlam olduğunu sanmış… Sahi, sanmak mı? Yoksa göz yummak mı? Bu, yanlış yapıldığını bile bile devam ettirilen bir iş de olabilir; içinde bulunduğun sistemin sorunlarını bildiğin halde üç maymunu oynamak da olabilir ya da sevilmediğin, istenmediğin birinde kalma direnci de olabilir. Artık birçok şeye sırt çevirir hale gelmişiz. Alışmış, alıştırılmış…

Devamını Oku
YAŞAM 

DENİZE YAKILAN ÖZLEM

Bir şiir okusam, bir öykü yazsam… Deniz mavisi hüzünleri hep seninleyken çoğaltsam… Gözlerinde kaybolup sözlerinle tutuşsam… Alev alev yansa tenim, dudaklarım lâl olsa! Ağladığım gecelerde kirpiklerim kamaşsa… Gözbebeklerim büyüse ve gözbebeklerim ufacık olsa… Bir temmuz akşamında deniz kabuklarını konuştursam mesela… Mehtaba ilan-ı aşk etse denizyıldızları… Midyeler sarhoş olsa, ben sarhoş olsam, sen sarhoş olsan… Uçuşan martılar bir şair yüreklinin özlemlerini, benim yerime anlatsa sana… Ve dese ki: “Yağmur yağsa, içimi toprak kokusu doldursa… Bir kuş konsa çiçeklenmiş ağaç dalına… Sesin ağır akan tozlu bir uzaklıkta kanımı tutuştursa… Sesin sarsa beni!…

Devamını Oku
YAŞAM 

TEMMUZUN ILIKLIĞI BİR HOŞ EDER ADAMI

Şiirle, öyküyle, romanla geçiyorsa eğer zaman, temmuzun ılıklığı elbette hoş edecektir adamı yahut kadını. Hava raporları yaz yağmurlarının başlayacağını söylüyor. İnsan hiç yağmura hazırlar mı kendini? Hazırlar. Neden hazırlamasın! Tüm çıplak duygularını, bekleyişlerini, özlemlerini yaz yağmurlarının esrik yağışlarına bırakacaktır belki. Gökyüzü buharlı buharlı gözyaşı dökerken yüreklerde biriken her ne varsa yaşanmışlıklara dair, hepsi aynı haznede toplanıverecektir. Tüm çıplaklığıyla, tüm ılıklığıyla bir temmuz teneffüs edilecektir. * * * Şiirle, öyküyle, romanla geçirilen zaman, edebiyatın doruklarında soluklanılan zaman en doğru zaman değil midir? En zararsızı, en doğal olanı? Temmuzun sıcaklığında beklenen yaz…

Devamını Oku
YAŞAM 

FOTOĞRAF ÇEKMEK

Adana’da, sıcak bir ekim günü sabaha doğru, sanki bu dünyada acelem varmışçasına ebeyi dahi beklemeden, komşu teyzenin ellerinde dünyaya gelip de, ilk çığlığımı attıktan sonra gözlerimi açıp fotoğraf çekmeye başladım. Gözlerim benim doğal fotoğraf makinem oldu. Önce şaşkın ve telaşlı komşu teyzeyi, sonra mutlu ama yorgun annemi ve daha sonra da beni sevgiyle kucaklayan babamın neşe taşan fotoğraflarını çektim. Hayatımın bu ilk fotoğraflarını alıp kalbimin en sıcak ve en derin yerine yerleştirdim. Tozlu sokaklarda bitkin düşünceye kadar top peşinde koştuğumuz, “gulle” oynadığımız, gazoz çekiştiğimiz, kanallarda neşeyle çimdiğimiz, “fırındak” çevirdiğimiz hayatın…

Devamını Oku
YAŞAM 

İNSANLARI SEVECEKSİN

Aşağıda, 2010 yılında yazdığım ve Son Baskı’da yayımlanan şiirimi yeniden paylaşmak geldi içimden. Sevgiye, saygıya ihtiyaç duyuyoruz şüphesiz; en çok da sevmeye, insanları sevmeye, hayvanları sevmeye, bizden farklı kültürleri ve doğayı sevmeye ihtiyacımız var. Ama içimiz burkuluyor. Çünkü toplumu zorlayan olaylar karşısında ülke çok sıkıntılı, bu stres altında ruhumuzu özgür hissedemiyoruz. Saf sevgi için özgür ruha ihtiyacımız var. Oysa gelecek kaygılarımız nedeniyle hayatımızı çok kontrollü yaşıyoruz, çocuklarımıza karşı sorumluluklarımız var, ülkedeki durum kaygılarımızı her gün daha fazla artırıyor. Bir avuç insandan başka herkes kaybediyor, cehalet ve aptalca şartlanmışlıklar, şarlatanlıklar, yalakalıklar…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘GÜLÜN ÖLÜM YÜZYILI’NDA ‘ATLARI MAHMUZLAYAN’ RÜZGÂR

Ekvadorlu şair Jorge Carrera Andrade, o sabah, kuşlara kullandıralım diye yaşam öyküleri anlatıyordu bize. “Gülün ölüm yüzyılında doğdum,/ makine, melekleri çoktan kovalamıştı” diyordu şair. Son faytonun geçişine bakıyorduk hep birlikte; faytonla birlikte ağaçların geçişine, çalılıkların geçişine. Yeni evler geliyordu onların yerine. Yüzyılın eşiğindeydik. Şair, şöyle devam ediyordu: “Sessizliğin gevişini getiriyordu inekler,/ rüzgâr, atları mahmuzluyordu.” ‘KOKULU KABUĞUNA SARINIRDI ANANAS; ÇIPLAK MUZ, İPEKLİLER GİYERDİ…’ Akşam olmaktaydı. Bir haziran günü, Ekvadorlu şairin dizeleriyle Güney Amerika iklimini solumaya başlamıştık. Şair, annesinden konuşuyordu; annesi için, “Akşamüstünün güneşini giyinmiş,/ derin bir gitarın içine koymuştu gençliğini,/ bazı geceler…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

YOKLUĞUN…

Baba… Söylemek bile çok garip, alışmamış dudak hareketlerim bu kelimenin telaffuz özelliklerine. Söylerken kendi sesimi yadırgıyorum. En son kaç yaşındaydım ki söylediğimde… Duygusalım bu aralar biraz, evet… Melankolik hallerin en’lerini yaşıyorum. Özlemiş olabilirim mesela seni. Yıllar oldu sen gideli… Ve yıllar oldu rüyama bile gelmeyeli… Varlığın nasıl bir şeydi? Sesin nasıldı? Nasıldı annemin gözlerine bakışın? Burnumda kaybolmaya yüz tutan bir tek, kokun kaldı… Tütün ve tenin kokardı siyah kasketinin içi. Kahverengi bir atkın vardı… Kapı eşiğinde dolar boynuna, çıkardın kapıdan. Ne acı, seni hatırlayamamak… Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az…

Devamını Oku
YAŞAM 

“BULMACA BULDURMACA, SÖZ ÜSTÜNDE KAYDIRMACA…”

– Aç kapıyı bezirgân başı. – Kapı hakkı ne verirsin? – Arkamdaki yadigâr olsun. Çocukken oynadığımız oyunların birinin içinde böyle bir tekerleme vardı. Oyunu çok iyi hatırlamıyorum… Nasıl bir oyundu, kaç kişiyle oynanırdı? Ama… Tekerlemenin bu kısmı yer etmiş belleğime, unutmamışım. Dile kolay, yaklaşık 50-55 yıl! Bu ve benzeri belki yüzlerce “şey” var bellekte. Özenle saklanıyor! Tavan arasında ya da bodrumda, sandıklar, karton kutular içinde sakladığımız birçok “şey” gibi… Hiçbir zaman açıp bakmayız, hatta kutular içinde ne olduğunu bile unuturuz zamanla! Birileri biz görmeden atsa kutuların içinden bir şeyler… Hatta…

Devamını Oku
YAŞAM 

“BEN KÜSKÜNÜM FELEĞEEEE!”

Adam dünyaya, insanlara, teknolojiye küser; kendini doğanın kucağına atar. Saç sakal birbirine karışır, derme çatma bir kulübede, çadırda yaşamayı seçer. Bir televizyon kanalı veya bir gazete bulur izini adamın, hemen haber yapar… Günlerce televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında izleriz, okuruz… “Sayın izleyiciler, Ahmet Bey’in bu kulübesinde, modern dünyanın hiçbir aracını göremiyoruz. Ne televizyon, ne radyo, ne gazete… Hatta çayını bile odun ateşinde demliyor!” “İnanması güç belki ama Ahmet Bey, tam on bir aydır ne televizyon izliyor, ne internete giriyor, ne de cep telefonu kullanıyor, sayın izleyiciler!” “Soğuk kış günlerinin yaklaştığı bu…

Devamını Oku