KÜLTÜR-SANAT 

HAKİKATİN PEŞİNDEKİ HUZURSUZ RUHLAR: ‘GÜNDÜZ APOLLON GECE ATHENA’


Kurduğu fantastik hikâye evreniyle merak duygumuzu diri tutan ‘Gündüz Apollon Gece Athena’, güçlü politik sorgularıyla izleyiciyi bir anda gerçekliğe fırlatıyor. Arafta kalmış hayaletlerin dünyaya ulaşan adalet çığlığı, fanteziyle gerçeklik arasındaki fay hattında köprü kurmayı başarıyor. Bu dünyada adalete erişememiş huzursuz ruhlar, bilinçdışının derin dehlizlerini aşarak Defne karakteri özelinde toplumsal vicdanın da metaforuna dönüşüyor.

Fantezi, bu filmde bir kaçış değil; tam tersine, görünmeyen gerçekliğe giden patikanın kendisi. Hayaletler, bastırılmış geçmişin ve suskunluğun temsilcisi olarak, toplumsal belleğin karanlıkta kalan yüzünü görünür kılıyor. ‘Gündüz Apollon Gece Athena’, mitolojiden aldığı sembollerle günümüzün vicdani kör noktalarına ışık tutarken hakikatin hem bireysel hem de kolektif biçimlerde nasıl bastırıldığını sorguluyor.

Yetimhanede büyümüş, 36 yaşındaki Defne (Ezgi Çelik), ölülerin hayaletleriyle konuşma yetisine sahiptir. Bu özelliğini fark ettiğinden beri öldüğüne inandığı annesinin hayaletini bulma umuduyla yollara düşer. Yolculuğuna cinayete kurban gitmiş pavyon şarkıcısı Nazife (Selen Uçer), gözaltında işkencede öldürülmüş devrimci Hüseyin (Barış Gönenen) ve Antik Yunan döneminde köle kızları kurtardığı için yakılarak öldürülen bir rahibenin hayaletleri eşlik eder. Film, bu hayalet karakterlerin hikâyeleri aracılığıyla Cumartesi Anneleri, kadın cinayetleri, annelik ve toplumsal adalet arayışı gibi politik meseleleri son derece minimal anlatı olanakları içinde tartışmayı başarıyor.

Defne’nin annesini arayışı onu Side Antik Kenti’ne götürür. Dramaturjik olarak da hikâyenin omurgasını boyutlandıran bu antik mekân, patriyarkal düzenin tarihselliğine işaret eder. Defne’ye yardım eden dilsiz rahibe hayaleti, antik mitler aracılığıyla kadın ve erkek rollerinin toplumsal inşasına dair derin bir sorgulama başlatır.

Mekân gibi Defne’nin adı da tesadüf değildir. Antik Yunan mitolojisinde Apollon’un aşkına direnen orman perisi Daphne, özgürlüğü uğruna bir ağaca dönüşür. Film bu efsaneyi romantikleştirmek yerine, aşk, iktidar ve cinsiyet ilişkilerini eleştirel bir bakışla yeniden yorumlar. Bir sahnede Defne, turist kafilesiyle gezerken mitolojik öyküdeki eril kodları vurgular. Daphne’nin sonsuza kadar ağaca dönüşmesini eleştirir ve “Apollon’un aşkı”nı bir tahakküm biçimi olarak tartışır.

Defne, tıpkı adaşı Daphne gibi asi ve mesafelidir. Ancak kaldığı otelin sahibi Selma (Deniz Türkali) ile tanıştığında geçmiş travmaların ortaklığı üzerinden bir bağ kurar. Selma, hayattayken kendisine çocuk doğuramadığı için zulmeden kocasının hayaletiyle yaşamaktadır. Defne’nin desteğiyle bu hayaletle yüzleşir; patriyarkal baskının içselleştirilmiş yükünden kurtularak özgürleşir.

Diğer yanda, kızıyla iletişim kurmak isteyen Nazife’nin hayaleti vardır. Kızını korumak için kocasını öldürmüş, ardından yıllarca kaçak yaşamıştır. Defne, Nazife’nin sözlerini kızına aktarsa da soğuk ve duygusuzdur; empati kuramaz. Bu karşılaşma, kadın dayanışmasının yalnızca duygusal değil, vicdani bir sorumluluk meselesi olduğunu gösterir.

Defne’nin en yakın hayalet arkadaşı ise gözaltında kaybedilen Hüseyin’dir. Aralarındaki esprili diyaloglar filme beklenmedik bir mizahi ton kazandırırken izleyicide güçlü bir empati duygusu uyandırır. Defne, Hüseyin’in annesinin bir Cumartesi Annesi olduğunu öğrendiğinde adalet arayışına onun adına da devam etmeye karar verir.

Bir sahnede Defne, deniz kenarında oturup Halikarnas Balıkçısı’nın ‘Anadolu Efsaneleri’ kitabını okur. Kitabın arasındaki eski bir fotoğraf – “Apollon’un kutsal ağacı, Defne” notuyla – annesiyle kurduğu tek bağdır. Defne’nin huzursuzluğu da tıpkı hayalet arkadaşları gibi bu dünyaya ait değildir; o da araftadır. Tek arzusu, hayalet bile olsa annesine kavuşmak ve dünyayla güvenli bir bağ kurabilmektir.

Gerçek sonunda ortaya çıkar: Annesi (Lale Mansur) ölmemiş, Side’de turist rehberi olarak yaşamaktadır. Ancak karşılaştığı anne, düşlediği “şefkatli/ideal anne” değildir. Özgürlüğüne düşkün, kendi yolunu seçmiş bir kadındır. Defne, yıllar sonra yüzleştiği annesine geçmişten kalan tek fotoğrafı verdiğinde, beklediği sarılma yerine bir tokatla karşılaşır. Bu sahne, filmdeki en sarsıcı kırılma anıdır.

Film “annelik” temasını farklı karakterler üzerinden çoğul bir biçimde tartışır: Annesini arayan Defne, kızına ulaşmaya çalışan Nazife, oğlunu kaybeden Cumartesi Anneleri, doğuramamış Selma, anneliği reddeden özgür kadın… ‘Gündüz Apollon Gece Athena’, anneliği yüceltmeden ya da yargılamadan, kutsal bir ideal olmaktan çıkararak insani bir hal olarak ele alır.

APOLLON VE ATHENA: IŞIĞIN VE BİLGELİĞİN İKİLİĞİ

Filmin adı da bu çok katmanlı dünyayı simgesel biçimde özetler.

Apollon ışığın, bilginin ve düzenin tanrısıdır; gündüzü temsil eder. O, Defne’nin merak eden, aklıyla arayan yönüdür. Fakat aynı zamanda patriyarkal düzenin, rasyonel kontrolün de sembolüdür.

Athena ise gecenin bilgesi; stratejik aklın ve adil savaşın tanrıçasıdır. Defne’nin vicdanı, sezgisi ve mücadele gücü onunla belirir.

Gündüz Apollon Gece Athena” derken film, insanın (ve özellikle kadının) bu iki güç arasında sıkışmış halini anlatır: Akıl ile sezgi, bilgi ile vicdan, erkekle kadın, düzenle isyan…

Defne’nin yolculuğu, bu iki kutup arasında bir denge arayışıdır.

Gündüz Apollon’un ışığında gerçeği arar, gece Athena’nın karanlığında vicdanla yüzleşir.

Son kertede film, mitolojiyle günümüzün politik yaralarını ustalıkla buluşturuyor. Fantastik olanın içinden yükselen adalet arayışı, hem kişisel hem toplumsal bir yüzleşmeye dönüşüyor.

Gündüz Apollon Gece Athena’, mitolojinin gölgesinde adalet, annelik ve direniş üzerine yazılmış çağdaş bir ağıt gibi yankılanıyor.

Paylaş:

Benzer yazılar

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x