NOBEL HAFTASINDA TÜRKİYE’Yİ DÜŞÜNMEK: DARON ACEMOĞLU, AZİZ SANCAR, ORHAN PAMUK…

2025 Nobel Ödülleri’nin açıklandığı bugünlerde, dünya yeniden bilimin, sanatın ve düşüncenin evrensel yankısına kulak kesiliyor. Geçen sene, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü’nün Daron Acemoğlu’na verilmesiyle Türkiye, bir kez daha dünya sahnesinde anılmıştı. Nobel haftasının yarattığı bu evrensel yankı, Türkiye’nin geçmişte sahneye çıkan isimlerini yeniden gündeme getiriyor.
Bu haber, yalnızca üç bireyin başarı hikâyesini değil, aynı zamanda bir ülkenin düşünsel ve yaratıcı potansiyelini de anlatıyor. Ekonomide, bilimde ve edebiyatta… Üç ayrı disiplinden yükselen bu sesler, aslında Türkiye’nin dünyaya anlattığı hikâyenin farklı dillerini oluşturuyor.
Türkiye’nin Nobel sahnesindeki üç ismi – Daron Acemoğlu, Aziz Sancar ve Orhan Pamuk – bu hikâyenin üç ayrı dilini konuşuyor. Birinin denklemlerinde toplumun kaderi şekillenirken diğerinin mikroskobunda yaşam yeniden onarılıyor ve öbürünün kalemiyle şehirler ve yalnızlıklar çoğalıyor. Üçü de aynı ülkenin çocuğu; üçü de sınırların ötesine taşan bir düşünsel mirasın taşıyıcısı.

ADALETİN EKONOMİSİ, İNSANIN VİCDANI: DARON ACEMOĞLU
1967 doğumlu Daron Acemoğlu, İstanbul’da başlayan yolculuğunu ekonomi biliminin en etkili teorisyenlerinden biri olarak sürdürdü. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) profesör olan Daron Acemoğlu, özellikle siyaset ve ekonomi arasındaki ilişkiye dair çalışmalarıyla tanındı. 2024 yılında kazandığı Nobel Ekonomi Ödülü, James A. Robinson ile birlikte geliştirdiği “kurumsal ekonomi” yaklaşımına dayanıyor.
Onun için refahın kaynağı ne sadece sermaye ne de teknoloji; adaletli kurumlardır. Ünlü kitabı ‘Ulusların Düşüşü’ (Why Nations Fail?), devletlerin yükseliş ve çöküşünü ekonomik modellerin ötesinde, insan eliyle kurulan sistemlerin adaleti üzerinden okur.
Daron Acemoğlu’nun başarı hikâyesi, Türkiye’nin eğitim mirasının ve diaspora zekâsının birleştiği noktada parlayan bir örnektir. Onun teorileri, yalnızca akademik çevreleri değil, dünyadaki politika yapıcıları da etkiler. Bir bakıma, Daron Acemoğlu, bilimsel bir roman yazar: Karakterleri halklar, teması ise adalet.

BİLİMİN IŞIĞINDA BİR KÖYDEN DÜNYAYA: AZİZ SANCAR
1946’da Mardin’in Savur ilçesinde doğan Aziz Sancar, bir köy okulundan çıkarak dünyanın en saygın bilim platformlarından biri olan Nobel Kimya Ödülü’ne uzandı. 2015 yılında aldığı ödül, “DNA onarım mekanizmalarının haritalandırılması” konusundaki çığır açıcı çalışmasına dayanıyordu.
Aziz Sancar’ın hikâyesi, yalnızca bir bilimsel başarı değil, emek ve inancın destanıdır. Annesinin okuma yazma bilmediği bir evde doğup ABD’de laboratuvarların en parlak ışıkları altında çalışan bir bilim insanına dönüşmesi, Türkiye’nin potansiyeline dair güçlü bir semboldür.
“Başarımı Türkiye’de aldığım eğitime borçluyum” der Aziz Sancar. Bu cümle, onun bilimi yalnızca evrensel bir uğraş değil, aynı zamanda ulusal bir sorumluluk olarak gördüğünün kanıtıdır.
Kurucusu olduğu Türk-Amerikan Bilim İnsanları ve Akademisyenleri Derneği (TASSA) ve burs fonları, onun için bilimin toplumsal bir göreve dönüşmesinin en somut örneklerindendir. Aziz Sancar, Türkiye’ye yalnızca bir Nobel madalyası değil, bilimle umudu yeniden kurma inancı kazandırmıştır.

BİR YAZARIN DEĞİL, BİR ÜLKENİN RUH HALİ: ORHAN PAMUK
1952 yılında İstanbul’da doğan Orhan Pamuk, aslında mimar olma yolundayken yazının çağrısına kulak veren bir isim oldu. Eserleri boyunca İstanbul’un labirentlerinde kaybolan karakterlerle, modernleşmenin sancılarını, kimlik arayışını ve bireyin iç hesaplaşmasını anlattı. ‘Cevdet Bey ve Oğulları’ndan ‘Kara Kitap’a, ‘Benim Adım Kırmızı’dan ‘Masumiyet Müzesi’ne kadar her romanı, bir şehrin hem ruhunu hem de gölgesini taşıdı.
Orhan Pamuk’un 2006’da kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü, Türk edebiyatının dünya sahnesine en güçlü çıkışlarından biri oldu. İsveç Akademisi, “melankolinin şehirleriyle birlikte insan ruhunu betimleme gücünü” öne çıkarırken Orhan Pamuk’un dili Batı ve Doğu arasında köprü kuran özgün bir kimlik olarak övüldü. Ancak her büyük yazar gibi o da hem alkışlandı hem de tartışıldı, özellikle onun Türk edebiyatını küresel ölçekte temsil etme biçimi sorgulandı.
Fakat bütün bu tartışmalar, bir gerçeği değiştirmedi: Orhan Pamuk, edebiyatla bir ulusun iç sesini dünyaya duyurmayı başardı. Eserleri, bir yazarın değil, bir ülkenin ruh halinin ansiklopedisi gibi oldu.

SONUÇ: BİR ÜLKENİN DÜŞÜNSEL YANKISI
Daron Acemoğlu, Aziz Sancar ve Orhan Pamuk… Üç farklı alandan, üç farklı hikâye… Ama özünde aynı ortak duygu: Emek, inanç ve düşünceyle dünyaya dokunma arzusu. Bu üç isim, Türkiye’nin yalnızca geçmişini değil, geleceğini de temsil ediyor. Birinin teorilerinde, birinin laboratuvarında, diğerinin cümlelerinde…
Ve hepsi aynı soruyu soruyor: “Bir ülke, düşünceyle ne kadar yükselebilir?”
Belki de Nobel sahnesine çıkan ve çıkacak olan her Türk, bu soruya verilmiş bir cevaptı ve cevap olacak.

