YAŞAM 

KASIMIN “KIRK YAŞ” SESSİZLİĞİ


Yaş almanın, hele ki belli yaş eşiklerini geçmenin güzelliği bir başka.

Belli bir aşamadan sonra adına “yaşlanmak” denilse de “yaş almak” tabiri belki en güzel ifadesidir doğum aylarının, haftalarının, günlerinin.

Yirminci yüzyılın son on beşinci yılında bir kasım günü dünyaya gelmiş olan “bu yazıyı yazan kişi”, bugün kırk yaşında.

Yılların eylül burukluğu, ekim telaşı yerini kasımın ağır başlı huzuruna bırakıyor; bu yaşlarda artık ne gökyüzü maviye özeniyor ne rüzgârın aceleci bir hali oluyor.

Her şey yavaş…

Yavaş ama huzur dolu…

* * *

Bu yaş eşiğimde de her zaman yaptığım gibi şehrin sokaklarını arşınlıyorum.

Bu kez, o çalkantılı, o hırçın yirmili yaşlarımdaki genç adamın izini sürüyorum.

Aylardan yine kasım, takvimlerden yine kasım ortası…

İçimizde geçmişten kalma hüzünler, yağmurlu ikindilerde gözlerimizden yüreğimize süzülenler…

Genç adam yürüyor, genç adam sinema önlerinde, genç adam âşık – o adam hâlâ âşık, hep âşık, iyi ki âşık…

Tuhaf bir his cümbüşü var genç adamın yüreğinde; kaybolmuşluğun hissi belki ya da özlemi, tutkuyu, umudu arayışın sarhoşluğu hissi…

Sokak aralarında, kafe önlerinde dolanıyor şimdi.

Gözleri dolu dolu…

Yalnızlığın insanı olgunlaştıran yanı, bir o kadar da kahredici tarafı. Ben, ‘olgunlaştıran’ tarafındayım. Ve hep de o tarafta olacağım” diye not düşüyor defterine.

Evet, not düşüyor. Kayıtlarda mevcut.

* * *

Ruh hali çok değişken genç adamın; çok az güneşli, çoğu zamansa parçalı bulutlu.

Ama bu melankolik ruh halinden de sıyrılmak zorunda…

Bir kafenin üstü kapalı bahçesinde oturuyor şu an.

Kaldırım taşlarına yağmur damlaları vuruyor. Koşuşturan insanları gözlemliyor: Şemsiyeliler, şemsiyesizler; paltolular, paltosuzlar…

Hava yavaş yavaş kararıyor. Günün anlam ve önemine dair bir yalnızlık çöküyor bulunduğu ortama da. Tek tük insanlar; şimdi ise yalnızca kendisi.

Kaldırımlar bomboş şimdi. Yağmur şiddetini artırmış.

Daha bir sarılıyor yalnızlığa. Sanki sırılsıklam âşık yalnızlığa…

Bir kahve daha söyleyeyim kendime” diyor, etrafa bakınıyor, garsonlar da gitmiş.

Daha bir yalnızlaşıyor artık, galiba bundan da büyük keyif alıyor.

* * *

O genç adamı onu “olgunlaştıran” yalnızlığıyla baş başa bırakıyorum.

Aylardan yine kasım, takvimlerden yine kasım ortası…

Huzurun sessizliğinde bir kasım sabahına uyanıyorum.

Akşam yağan yağmurun, Toroslara düşen ilk karın serinliği üşütüyor sıcak iklimimizi.

Kırk yaşın eşiğinde yirmili yaşlardaki o hırçın, o çalkantılı genç adamın ayak izlerini takip ediyorum.

Daha sonra yirmili izler, otuzlu izlerin sancısına, ağrısına karışıyor. O her ağrı, o her sancı biraz daha belirginleştiriyor yeni izleri.

Ardından yeni izleri yüzümdeki derin çizgiler, saçlarımdaki beyaz ezgiler takip ediyor.

Bu hayatta “iz” bırakıyorum.

* * *

Kırk yaşıma girerken, en sevdiğim tabirle yine “yaş alırken” mutluluğum yüzümden okunuyor.

Tebessümlü sabahlar yerini tebessümlü öğlenlere, ikindilere, akşamüstlerine bırakıyor.

Kırk yaşımın eşiğinde, kasımın sessizliğinde yirmilerimdeki, otuzlarımdaki kendime teşekkür ediyorum.

Çizgili izler, ezgili izler bırakıyorum yarınlarıma.

Umutla ve sevdayla!

Paylaş:

Benzer yazılar

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x