DOSYA MODERN TÜRK EDEBİYATINDA ERKEKLİK ALGISI 

ANADOLU’DA ERKEKLİĞİN HAFIZASI ÜZERİNE BİR “KARA BAYRAM” OKUMASI


Erkek olmak… Sadece biyolojik bir gerçeklik mi, yoksa doğduğun anda sırtına yüklenen görünmez bir kader mi? Türkiye’de “adam gibi adam”, “adamın hası”, “erkekliğin kitabı” gibi deyimlerle büyüyen çocuklar, daha bebekliklerinde erkekliğin ne olması gerektiğini ezberlemeye başlar. Erkeklik, çoğu zaman susmayı, güçlü görünmeyi, duyguyu bastırmayı; bazen de ezmeyi ve ezilmemeyi öğrenmektir. Anadolu’da erkeklik yalnızca bir kimlik değil, bir duruş, bir yük, bir sınavdır. Fakir Baykurt’un Irazca Üçlemesi’nde işte bu soruların, bu yükün, bu çelişkilerin cevabı bir karakterde şekillenir: Kara Bayram. O, yalnızca bir köy adamı değil, erkekliğin gölgesinde büyüyen, onunla savaşan, ona boyun eğen bir temsilcidir.

Kara… Çünkü babasından kalmıştır adı. Sadece bir lakap değil, aynı zamanda bir gölge, bir suskunluk, bir aidiyetin adıdır. Bayram, Anadolu’da her evde var olan ama sesi pek duyulmayan erkekliğin temsilidir. Evin direği gibi duran ama kararları vermeyen, tarlasını süren ama yolunu kendi çizemeyen bir adamdır o.

Yılanların Öcü’nde tanırız onu önce. Köyün ortasında, kendi halinde, karısına bağlı, çocuklarını seven, saf bir adamdır Bayram. Ne büyük iddiaları vardır ne düşmanlıkları. Hayatına razı, fakirliğini kanıksamış biridir. Ama en dikkat çeken yönü, annesi Irazca’nın gölgesinde kalmış olmasıdır. Erkektir ama kararları annesi verir. Kimi seveceğine, kime sırt çevireceğine, hayatına kimi dâhil edeceğine kadar…

Toplumsal düzeni sorgulamaz Bayram; ona yalnızca katlanır, sesi çıkmadan, başını eğerek yaşar. Bu yüzden ilk büyük sarsıntıda dengesi bozulur, hayatı tuzla buz olur. Ev yeri kavgası patladığında; muhtarla, köyle, yasayla karşı karşıya geldiğinde artık suskunluğu onu koruyamaz. Umudu yavaş yavaş silinir, sabrı ince bir cam gibi çatlamaya başlar. Haceli’nin karısı Fatma’ya yönelişi, yalnızca bastırılmış arzuların değil, ona öğretilmiş, şekillendirilmiş bir erkekliğin de izlerini taşır. Kendi isteğiyle değil, dayatılan bir kimlikle sever, özler, ister. Erkekliğini bile kendi elleriyle değil, başkalarının biçtiği kalıplarla yaşamış bir adamdır o.

Irazca’nın Dirliği’, Bayram’ın ikinci büyük kırılma anıdır. Artık sadece evini geçindiren bir baba değil, “adam gibi adam” olmanın yükünü taşıyan bir figürdür. Çocuklarını okutmak ister; Ahmet’i, Şerife’yi şehirli çocuklar gibi giydirip konuşturma hayali kurar. Erkeklik artık sadece tarlada çalışmak değil, çocuklarına bir gelecek sunmaktır onun gözünde. Göç, şehir, modernlik… Bu üç kelime, Bayram’ın kafasında hem umut hem de erkekliğe dair yeni bir sınavdır. Hastanede tanıdığı Navrumlu Ali, ona yeni bir model sunar: Susmakla değil, savaşmakla tanımlanan bir erkeklik. Bayram karar verir: Erkeklik, köyde sabırla değil, şehirde mücadeleyle kazanılır.

Ama şehir, ona vaadini tutmaz. ‘Kara Ahmet Destanı’, Bayram’ın en sert dönüşümüdür. Şehir onu değiştirmez; yavaş yavaş ezer. Fabrikadaki Daşduraklı Hilmi, “dindar erkek” modelini otoriteye çevirirken Bayram da güçlü erkek olmanın yolunu baskıda, sertlikte, tahakkümde arar. Çocuklarını döver, Haçça’yla her gün çatışır. Artık ailesini koruyan değil, onlara kendini ispat etmeye çalışan bir adamdır. Çünkü toplum ondan merhamet değil, otorite bekler; anlayış değil, diz çöktüren bir duruş… Eskiden ailesiyle var olan Bayram, şimdi onlara karşı dimdik duran ama içten içe çöken bir erkektir. Evdeki yerini artık sevgiyle değil, güçle korumaya çalışır. Ve gün gelir, o güç de yerini bir yabancılığa bırakır.

Fakir Baykurt, Bayram’ın yaşadığı çözülmeleri yalnızca bir adamın iç kırılmaları olarak anlatmaz; her çatlağın arkasında bir dönemin sancısını hissettirir. 1950’lerden 1970’lere uzanan Türkiye, kırsaldan kente akan insanlarla, yerinden oynayan değerlerle, çatallaşan yollarla doludur. Köyden şehre göç, toprakla bağın kopması değil sadece; aynı zamanda bir kimliğin, bir geleneğin, bir erkeklik tanımının da sarsılmasıdır. Bayram’ın kişiliğinde, devletle yurttaş arasındaki mesafe, güvenin yerini alan kuşku, dinin hayatın merkezinde aldığı yeni biçim birer birer şekillenir.

Fakir Baykurt’un kalemi öğüt vermez, parmak sallamaz. Ama satır aralarında, suskun bir eleştiri gezer. Anlatıcı sessizdir belki ama tarafsız değildir. Gerçekliği yalnızca göstermez, sorgulatır. Bayram’ın her adımında, yalnızca bir bireyin değil, erk(ek)likle biçimlendirilmiş bir toplumun değişen yüzü belirir. Alışıldık erkekliğin sınırları esner, bildik roller yerinden oynar.

Fakir Baykurt’un romanlarında erkeklik bir ayrıcalık değil, bazen bir ceza, çoğu zaman da ağır bir yüktür. Bayram, işte bu yükün altında şekillenir; ne tam kahraman olabilir ne de tamamen kurban. Onun hikâyesi, erkeklik denilen kalıbın içinde sıkışan, ezilen, ama çoğu zaman da ezmeyi öğrenen herkesin ortak hikâyesidir.

Kara Bayram’ın hikâyesi, yalnızca bir adamın değil, Anadolu’nun erkeklik tahayyülünün suskun tarihidir. Fakir Baykurt’un kaleminde bu tarih; toprakla yoğrulmuş, gelenekle biçimlenmiş, güçle sınanmış bir yük olarak karşımıza çıkar. O, erkekliğin üzerini örttüğü kırılganlıklarıyla, öğretilmiş suskunluklarıyla, yönlendirilmiş arzularıyla yaşayan bir figürdür.

Erkeklik, bu coğrafyada çoğu zaman bir güç göstergesi değil, bir sınav kâğıdı gibi sunulur önüne erkeğin: Başaracak mısın? Ezilecek misin? Güçlü kalabilecek misin? Sevebilecek misin? Ağlamadan geçebilecek misin bu hayattan?

Bayram, işte bu soruların ortasında, toplumun “adam gibi adam” kalıbına sığmaya çalışan bir gölgedir.

– Fakir Baykurt –

Fakir Baykurt’un romanlarında erkeklik, bir ayrıcalıktan çok, içi doldurulmamış bir görev gibi sunulur. Ne eksiltilebilir ne de sorgulanabilir bir rol… Ama Bayram, bu rolün içinde ezilirken aynı zamanda onu görünür kılar. Onun sessizliği konuşur, onun bastırılmışlığı haykırır, onun hikâyesi erkekliğin susturulmuş hikâyesine dönüşür.

Kara Bayram, belki de erkekliğin kara kutusudur. Açıldıkça yalnızca bir adamın değil, bir coğrafyanın bastırılmış sesi duyulur. Kırık hayaller, dile gelmeyen özlemler, anne gölgesinde şekillenen kimlikler ve toplumun sırtına yüklediği görünmez sınavlar dökülür sayfaların arasına. Fakir Baykurt, Bayram’ın suskunluğunda yalnızca bireyin değil, Anadolu’nun erkeklik mirasını görünür kılar; toprakla yoğrulmuş, gelenekle sertleşmiş, modernlikle çatışan o kadim yükü göz önüne serer. Onun kaleminde erkeklik, bir hükmetme biçimi değil, bastırılmış bir kırılganlığın dilidir. Her sessizlikte bir çığlık, her öfkenin ardında bir utanç, her dik duruşun içinde bir eğilme arzusu gizlidir. Fakir Baykurt’un dünyasında erkek olmak, sadece bir rolü oynamak değil; o rolün içinde giderek silinmek, ezilmek, çoğu zaman da ezmeyi öğrenmektir.

Ve biz hâlâ sorarız:

Erkeklik nedir? Susmak mı? Yönlendirilmek mi? Yoksa kendi yolunu ararken kendine bile yabancılaşmak mı?

Paylaş:

Benzer yazılar

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x