PAZAR SABAHI, ÇINAR ALTINDA ÇAY VE HUZUR

-İSTANBUL-
Adana’ya yolu düşenlere mütevazı bir pazar sabahı önerisi…
Adana’da olduğum zamanlarda, mücbir bir sebebim yoksa pazar sabahları Kazancılar’a ciğere giderim. Son yılların moda deyimiyle söyleyecek olursam, bu benim “pazar rutinim” oldu.
Saat altı-yedi gibi orada olur, duruma göre bir saat ya da daha fazla oturur, ciğerimi yer, rakımı içer, haftanın stresini atar, yeni haftanın moralini depolarım.
Sonraki durak ise Ziyapaşa Parkı’ndaki efsane çaycı Orhan’dır. Çınarların altında oraya buraya dağıtılmış eski taburelerden birine ilişip bir yandan çayımı içer, bir yandan da oradaki insanları izlerim.
* * *
Birbirinden çok farklı insanlar gelir Orhan’ın oraya.
Müdavimleri vardır mesela… Ulucami’de namazını kılıp gelenler… Garibanlar… İşten dönen ya da işe gitmeden önce çay içmeye gelenler… İşsizler… Evde kalamayan ama başka gidecek yeri de olmadığı için kendini sokağa atan yaşlılar…
Her gittiğimde rastladığım, neredeyse hep aynı yerde oturan 10-15 kişiyi biliyorum. Öğlene kadar oturur, sonra kalkıp bir yerlere giderler. Belki evlerine, belki yakında bir kahveye, belki Hürriyet’in oraya kurulan pazardan sebze meyve alışverişi yapmaya…
Ben de müdavim sayılırım belki ama onlarla kıyaslayacak olursam müdavim denemez galiba. Bilmiyorum.
Fotoğrafçılar gelir mesela… Kazancılar’daki kebapçıların, kebap ciğer yiyenlerin, Ulucami’nin, Ramazanoğlu Konağı’nın, Medrese’nin, Büyüksaat’in, parktaki ağaçların, insanların fotoğraflarını çekerler… Orhan’ın orada oturur, nefeslenir, kendi aralarında sohbet edip çay kahve içerler…
Kazancılar’daki kahvaltı sonrasında çay-kahve için gelenler olur…
Turist turları gelmeye başladı son yıllarda… Önlerinde rehberleri, gruplar halinde dolaşır, yine Orhan’ın orada çay molası verirler…
* * *
Altı yıl önce, mimar arkadaşım Zafer Karoğlu ile uğramış, çay içip çok güzel sohbet etmiştik. Zafer, “Böyle yerlerin mistik bir havası oluyor nedense,” demişti, “İstanbul’da Süleymaniye’de, Sultanahmet’te, Bursa’da da dikkatimi çekmiştir… Şehrin gürültüsü, telaşı, stresi buralara giremez sanki! İnsanlar burada daha huzurluymuş gibi gelir bana.”
Hep hissettiğim bir şeydi Zafer’in bu söyledikleri. Oraya gelen insanların kendi aralarında, seslerini yükseltmeden, mırıl mırıl konuşmaları hep dikkatimi çekmiş ama adını koyamamış, tarif edememiştim.
“Huzur” güzel anlatıyordu galiba oradaki ortamı da insanların ruh halini de. Evet, insanlar orada huzurluydu. O huzur birinden diğerine anında geçiyor, paylaşılıyor, herkes o huzuru sahipleniyor, korumaya alıyordu. İnsanların mırıl mırıl konuşmaları, kuş sesleri, çınar ağaçlarının yaprak hışırtıları dışında pek ses olmayan sokağın sessizliğini Orhan’ın ara sıra duyulan “Çaylaaarr!..” diye bağırması bozuyordu. Orhan’ın sempatik tavrı ve güler yüzünden olsa gerek, kimse umursamıyordu bu durumu.
* * *
Geçen pazar beni çok güldürdü Orhan.
Hemen benim karşımda, sokağın öteki tarafındaki kaldırımdaki bir taburede oturan altmışlı yaşlarda bir adam vardı. Oranın müdavimlerinden değildi. Olsa tanır, bilirdim mutlaka. Belki de o çevrenin esnafıydı. Çünkü Orhan’la çok samimi konuşuyorlardı. Orhan çay getiriyor, bırakıyor, ayaküstü bir şeyler söylüyor, sonra gidiyordu. Adam da bir yandan sigarasını içiyor, bir yandan da dörde katladığı gazeteyi okuyordu. Ben geldiğimde adam orada oturuyordu. Ben oradayken dört-beş çay içti, bir saat kadar oturdu. Sonra gazetesini katladı, toparladı, koltuğunun altına alıp ayağa kalktı, Orhan’a eliyle “Borcum ne?” der gibi işaret etti. Orhan geldi, bir şeyler söyledi, adam cebinden çıkardığı yüz liralık banknotu verdi, “Hadi, eyvallah Orhan’ım,” dedi, Kızılay Caddesi’ne doğru yürüdü. Orhan adama hiç bakmadan arkasından “Sağ olasın İsmail Abi, güle güle,” diye bağırdı. Yan taraftaki taburelerden birinde oturan yaşlı bir adam, “İsmail değil lan,” dedi, “Hasan!” Orhan küçük sehpaların üzerindeki çay boşlarını toplarken adamın gittiği yöne doğru döndü ve sadece kendinin duyacağı bir sesle “He… Güle güle Hasan Abi. Selametle…” diye bağırdı. Sonra bana baktı, güldü, “Nasıl edek… Hangi birini aklımda tutacam abi? Del mi ama?” deyip göz attı. Ben de güldüm, bir çay daha istedim. Hemen getirdi, “Sen şekersiz içiyordun,” deyip ve çay kaşığını alıp bardağı uzattı. “Hani aklında tutamıyordun?” dedim, “He valla abi,” dedi, “yaşlandık.” O beni anlamıştı, ben onu. Gülüştük.
* * *
Adana’ya yolunuz düşerse pazar sabahı Kazancılar’da ciğerle, kaburgayla, kebapla güzel bir kahvaltı yapın, sonra Ziyapaşa Parkı’na, Orhan’ın oraya yürüyün, o derme çatma taburelerden birine ilişip demli bir çay için, o huzurlu ortamda biraz zaman geçirin.
Göreceksiniz, iyi gelecek, siz de benim gibi yeni haftaya ruhunuzu dinlendirmiş olarak başlayacaksınız.
FOTOĞRAF: MUSTAFA ÖNCÜL —