MODERN TÜRK ROMANINDA İKİ AYKIRI ERKEK: “BAY C.” VE “ZEBERCET”

-ADANA-
Modern Türk romanı bireyin toplumla kurduğu gerilimli ilişkileri merkeze alırken özellikle erkek kimliğine dair çözümlemeleriyle dikkat çeker. Türk romanında erkeklik, çoğu zaman hegemonik bir normun taşıyıcısı olmaktan çok; kırılgan, arayış içinde ve kendini gerçekleştiremeyen bir kimlik olarak çizilir. Bu bağlamda Yusuf Atılgan, erkekliğin toplumsal beklentilerle çatıştığı, bireyin “erkek” rolüyle baş edemediği karakterler yaratır. Atılgan’ın romanlarındaki erkek figürleri otorite kuramayan, toplumsal cinsiyet rollerine yerleşemeyen, dolayısıyla da bir nevi erkeklik krizi yaşayan bireylerdir.
Bu yazıda, Yusuf Atılgan’ın iki önemli eseri olan ‘Aylak Adam’ ve ‘Anayurt Oteli’ romanları merkeze alınarak bu metinlerdeki başkarakterler Bay C. ve Zebercet üzerinden erkeklik algısının nasıl inşa edildiği, ne tür kırılmalara uğradığı ve nasıl bir yabancılaşmaya yol açtığı incelenecektir. Yabancılaşma, bu karakterlerin bireysel kaderleri gibi görünse de aslında erkekliğe dair bir temsil sorununun doğrudan sonucudur. Bu iki karakter de erkekliğin klasik kalıplarına sığamayan, kendi cinsiyet rollerine bile yabancılaşmış erkeklerdir.

‘Aylak Adam’, Yusuf Atılgan’ın ilk romanıdır. Romanın başkarakteri Bay C. toplumun kalıplarına, kurallarına ve günlük hayatın monotonluğuna karşı mesafeli ve umursamaz bir gençtir. Hayatı sorgular ancak bu sorgulama onu pasifliğe ve hareketsizliğe sürükler. Roman boyunca gerçek aşkı arayan Bay C. bu aşkı bir türlü bulamaz.
“Yusuf Atılgan, kahramanına bir isim koymamakla, aslen onun birlikte yaşadığı toplum içinde bir kimliği de olmadığı iletisini vermektedir. Onun isimsiz bir şekilde yalnız C. olarak verilmesi, herkes gibi olmadığını, toplumsallığını yitirmiş ve toplumdan kopmuş olduğunu göstermektedir. Nitekim eserdeki herkesin –birkaç kez anılan B. hariç herkesin– bir adı olduğu gibi bir işi, okulu, uğraşısı, sorumluluğu, ulaşmak istediği bir hedefi de vardır; ancak bunların hiçbiri C.’de bulunmaz. Ve bunların hiçbiri onda bulunmadığı içindir ki yaşamı da hakiki bir anlamdan yoksun vaziyettedir. Onun için bir tek arayış söz konusudur: yaşamının anlamı yapabileceği bir tutamak arayışı.” ( Sağlık, 2022:71). Roman, C.’nin toplumla ve kendisiyle olan çatışmasını, özellikle bireysel özgürlük arayışını ve topluma yabancılaşmasını anlatır. C.’nin durgun, melankolik ve sorgulayıcı hali, modern insanın yalnızlığına ve anlam arayışına dair güçlü bir portredir.
C.’nin bir “flanör” olduğu da söylenebilir. “Modernizmin yarattığı kavramlardan biri olan ‘flaneur’, 19’uncu yüzyıl Paris’inde ortaya çıkan bir kentli tipolojisidir.” (Gür, 2013:71). Flanörlük, modernizmle birlikte dönüşen toplumsal ve mekânsal yapılar karşısında bireyin dünyayı algılama ve anlamlandırma çabalarının sonucunda ortaya çıkmıştır. Üretim süreçlerine ya da kurumsal yapılara doğrudan dâhil olmayan flanör, bu özgürlüğü sayesinde kent yaşamını gözlemlemeyi adeta bir meslek gibi icra eder. Bu bağlamda flanör, kentsel mekânda fiziksel olarak varlık gösterse de kendisini kent hayatının akışından bilinçli biçimde soyutlayan, normların dışında konumlanan bir özne olarak değerlendirilebilir. Kalabalıkların arasında serbestçe dolaşan ancak çevresindeki insan yoğunluğuyla ontolojik ya da duygusal bir bağ kurmayan bu figür, modern kent deneyiminin pasif ama derinlikli tanığıdır. C.’nin kent sokaklarında bir flanör gibi dolaşması da onun eril kimliğiyle kurduğu mesafeli ilişkinin göstergesidir. Bu da geleneksel erkeklikteki aktif, eyleyen erkek imajına ters düşer. Bay C. modern şehirli bir erkek olarak, erkekliğin dışına düşen ama başka bir yere de ait olamayan arada kalmış bir figürdür.
Fethi Naci şöyle der tam da bu noktada: “‘Aylak Adam’ın kişiliğinde, Sadık’ın deyimiyle, ‘bütün değerlerini yitirmiş, dayanacak bir şey’ arayan, henüz yolunu bulamamış aydın gençliğin tipik bir örneğini buluyoruz.” (Naci, 2007:354). İşte dayanacak o şey sevgidir Bay C. için. Güler’de ya da Ayşe’de bulamadığı, göz göze geldikleri anda B.’de olduğuna inandığı sevgi. Belki de bunu yansıtan en iyi cümle de şudur romandaki: “Bir gün sana dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim.” (Atılgan, 2017:76)
Bay C.’nin yabancılaşması bir yenilgi ile biter. “Atılgan, ‘Aylak Adam’ın mutluluğa eremeyeceğini, o yaşam biçiminin onu bir yıkıma götüreceğini ustaca sezdiriyor.” (Naci, 2007:356)
Peki, Bay C.’nin yabancılaşmasında, yani Fethi Naci’nin deyimi ile mutluluğa eremeyişinde, yenilmesinde toplumun rolü nedir? Toplumun Bay C.’den, dolayısı ile genç Türk erkeğinden beklediği nedir? Toplumun beklentisi nettir: İyi bir meslek sahibi olmak, evlenmek, aile kurmak ve toplumsal rolleri başarıyla yerine getirmek. Oysa Bay C. tüm bu rollerden bilinçli bir şekilde uzak durur. Çalışmaz, evlenmeyi reddeder, baba olmayı düşünmez. Kendi erkekliğini tanımlarken toplumsal cinsiyet kalıplarını bir kenara bırakır. Ancak bu durum onu özgürleştirmez, aksine varoluşsal bir boşluğa sürükler. Aradığı aşk da bu boşluğu dolduracak bir “kurtuluş” arayışıdır zaten.
Bay C.’nin bu tutumu, geleneksel erkeklik kurgusuna bir başkaldırıdır. Ataerkil sistemin “etkin, güçlü, kontrol sahibi erkek” tanımı C.’nin karakteriyle yerle bir olur. Ancak bu reddediş, bir alternatif üretmez; onun yerini yabancılaşma yaratır. Bay C. erkekliğini yaşayamayan değil, yaşamak istemeyen ama yerine başka bir kimlik de koyamayan bir figürdür. Bu yüzden onun yabancılaşması sadece bireysel değil, aynı zamanda cinsiyet kimliğiyle ilgili bir kopuştur.

Zebercet karakteri ise Bay C.’nin tam tersi bir uçta konumlanır. O; kırsalda yaşayan, düşük gelirli, kültürel sermayesi zayıf bir erkek figürüdür. Ne güçlüdür ne de özgür. Ataerkil düzenin sunduğu iktidar alanlarına erişimi yoktur. Zebercet’in erkekliği hem toplum hem de kendisi tarafından sürekli bastırılmış, yetersiz görülmüş bir kimliktir.
“Nüfus kâğıdı bilgileri dışında Zebercet’i, hikâyede kronolojiyi de başlatmayı mümkün kılan sıkı bir rutin aracılığı ile tanımaya başlarız. Karakterin obsesif şekilde bağlı olduğu, uyanma saatinden yemek yeme saatine, hangi eşyasını hangi cebine koyacağına kadar günlük hayatını düzenliyor olan bu rutin, otel kâtipliğinin gereklilikleri tarafından belirleniyor olduğu gibi, gerekmedikçe otelden çıkmayan Zebercet’in, otel katipliğinin gerektirdiğinin dışında kurduğu herhangi başka türden bir ilişkiden söz etmek de mümkün değildir. Ailesinden geriye bir tek kendisinin kalmış olduğu kasabada, Zebercet’in bir arkadaşı, bir cinsel hayatı ve bu hayatı paylaştığı bir partneri yok gibi görünür. Zebercet için bir diyalog ancak otel müşterileri veya otelin gereklilikleri için alışveriş yaptığı çevre esnafı ile mümkün olurken cinsellik, otelde çalışan ortalıkçı kadın ile ancak kadın uyurken yaşanan cinsel birleşmelerden ibarettir.” (Çiftçi, 2019:25).
Roman, Manisa diye tahmin edebileceğimiz bir kentin kırsalında bulunan küçük ve eski bir otel olan Anayurt Oteli’nde geçer. Her şey, bir gün otele gelen ve sadece bir gece kalan esrarengiz bir kadın ile değişir. Kadın, sabah ayrılırken “Bir hafta sonra tekrar geleceğim” der. Bu söz, Zebercet’in dünyasında büyük bir etki yaratır. Kadına karşı derin bir ilgi ve saplantı geliştirir. Kadının geri geleceğine dair umudunu yitirmeden beklemeye başlar. Zamanla bu bekleyiş Zebercet’in psikolojisini bozar. Kadına duyduğu saplantı büyürken normal hayatına dair her şey ikinci plana düşer. Günlük işlerini aksatır, temizlikçiye karşı olan pasif ilgisi de garip bir şekilde değişir. Otelin son müşterisi de ayrıldıktan sonra Zebercet, oteli geçici olarak kapatır. Bu kapanış, onun içe dönüklüğünün ve toplumdan kopuşunun bir göstergesidir.
Berna Moran, ‘Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2’ adlı kitabında ‘Anayurt Oteli’ni ve dolayısıyla Zebercet’i “Saçma” kuramı ile ilişkilendirir: “Bilindiği gibi saçma kuramına göre, amacı ve anlamı olmayan bir dünyada insan bir düzen, bir anlam, bir ahenk görmek ister ve gerçeğe gözünü kapayarak uydurduğu anlamlı bir dünya ile aldatır kendini.” (Moran, 2021:310) Gerçekten de Zebercet gerçeklerden kaçmak için kendi dünyasını yaratmamış mıdır? Bu dünyada bıyığının olduğunu, âşık olduğu dünyalar güzeli bir kadının otele geri döneceğini varsaymamış mıdır? İşte, yabancılaşması o kadar derin, o kadar içerdendir Zebercet’in. ‘Aylak Adam’da olduğu gibi ‘Anayurt Oteli’nde de başkarakterin geçmişi, çocukluğu, ailesi yabancılaşmanın temellerinin atıldığı yerlerdir. Bay C.’nin küçük yaşta annesini kaybetmesi, Zebercet’in sahiplenilmemiş bir çocuk gibi büyümesi. Onların yabancılaşmasının başlangıcıdır. Zebercet, bakıcısıyla büyür. Bu kadın, onun için anneden çok bir görevli gibidir. Sevgi temelli değil, görev temelli bir bakım görmüştür. Bu durum, Zebercet’in kişilik gelişiminde derin bir iz bırakır. Zebercet hayatında gerçek anlamda bir bağ kuramamış, aidiyet hissi geliştirememiştir. Aynı durum Bay C.’nin annesizliğinde de hissedilir.
Zebercet’in yalnızlığı Bay C.’ninkinden daha bir dramatik ve daha bir rahatsız edici boyuttadır. Zebercet’in psikolojisi ilerleyen süreçte çok daha kötüleşir. Oteli kapatmasından sonra bastırdığı cinsel dürtüler başta olmak üzere ruhundaki bütün karmaşa onu otelin temizlikçisini öldürmeye kadar sürükler ve kadını öldürüp cesedini bir odaya saklar. Bu olay onun ruhsal çöküşünün zirvesidir. Artık tamamen kendi iç dünyasında, gerçekle bağları zayıflamış bir şekilde yaşamaktadır. Birkaç kez sokağa çıkar, sinemaya gider, kasabadaki hamama uğrar ama buralarda da yabancı ve tedirgindir. Zebercet’in kasabada berbere uğraması ve olmayan bıyığını kestirmek istemesi de karakterin toplumdaki erkek algısı ile bir çatışma sayılabilir mi? “Bıyık sorunu, anlatıcının güvenilmez olabileceğinin ilk göstergesidir. Romanın ilerleyen bölümlerinde de Zebercet’in bıyığına dair bilinçli bir belirsizlik alanı yaratılır.” (Apaydın, 2025: 219). Anlatıcının bu yarattığı belirsizliği Zebercet’in berberde bıyığını kestirmek istemesiyle çok net hisseder okuyucu. Çünkü berber bıyığın kesilme isteğine karşılık “Çok şakacısınız” der ve güler. “Bıyık, Zebercet’in patolojik psikolojisi, daha doğrusu kişilik bölünmesi ile ilgili yorumu mümkün kılan bir metafordur. Metaforun anlaşılması, doğrudan doğruya ima edilen okurun anlatıcının Zebercet’in gözüyle gördüğü kısımlara kuşkuyla yaklaşmasıyla mümkündür. Kısacası, bıyık sorunu üzerinden bakıldığında ‘Anayurt Oteli’nin okuru aldatmaya meyleden, en azından okura oyunlar oynayan bir anlatıcısı olduğu söylenebilir.” (Apaydın, 2025:219-221) Yazar bu oyunu ile hem anlatıcısını güvenilmez bir noktaya getirir hem de Zebercet’in toplumdaki erkeklik algısı ile sorunlar yaşadığını yansıtır.
Zebercet’in içinde yaşadığı bir “erkek kimlik” sorunu iki boyutlu bir şekilde onun psikolojisini zorlar: Hayali aşk ve cinsel istekler. Toplumun gözünde “erkek” olmanın en önemli göstergesi cinsel performans ve kadınla ilişki kurabilmektir. Zebercet ise cinselliği gizli, bastırılmış ve patolojik biçimlerde yaşar. Kadınlarla sağlıklı bir ilişki kuramaz. Otelin temizlikçisiyle yaşadığı ilişki rızaya dayalı değil, bastırılmış arzuların taşkınıdır. Kadının ölümüne sebep olması, bu bastırılmış erkekliğin patolojik bir krize dönüşmesidir. Zebercet’in yaşadığı erkeklik krizi, onu yabancılaşmaya sürükleyen temel etkendir. Çocukluğunda sevgi temelli bir ilişki kuramamış olması, annesiz büyümesi ve toplumda bir erkek olarak kabul görmemesi, Zebercet’in cinsiyet kimliğini adeta yok eder. Beklediği kadının gelmemesi, bu kimliğin tamamen çökmesine neden olur. Sonunda Zebercet, hem erkekliğini hem de bireyliğini yitirdiği için intihar eder. Bu intihar, yalnızca bir ruhsal çöküş değil, aynı zamanda bir erkeklik intiharıdır.
Yusuf Atılgan’ın karakterleri, erkekliği bir iktidar alanı olarak değil; bir yük, bir baskı ve çoğu zaman da bir kriz olarak yaşarlar. Ne Bay C. ne de Zebercet, toplumun onlara biçtiği erkeklik kıyafetini giymeye razıdır. Ancak bu reddediş onları özgürleştirmez. Aksine; toplumla olan bağlarını kopartır, onları yalnızlaştırır ve en sonunda yabancılaştırır. Bay C.’nin yabancılaşması daha çok entelektüel ve varoluşsal, Zebercet’inki ise patolojik ve bedensel düzeydedir. Ancak her iki karakterin ortak noktası, toplumun beklediği erkeklik rollerini üstlenememelerdir.
Yusuf Atılgan’ın ‘Aylak Adam’ ve ‘Anayurt Oteli’ romanları, Türk edebiyatında erkeklik meselesine farklı cephelerden bakan iki güçlü metindir. Bu romanların merkezindeki erkek karakterler, toplumsal cinsiyet rollerine yerleşemeyen, erkekliğini ispatlayamayan ve bu yüzden yabancılaşan bireylerdir. “Zebercet” ve “Bay C.” sadece bireysel yalnızlıkların değil, erkekliğin kırılganlığının da roman içindeki temsilleridir.

KAYNAKÇA:
– Apaydın, Mustafa. (2025) ‘Metni Yor’mak’, İstanbul: A7 Kitap Edebiyat Dizisi/Eleştiri.
– Atılgan, Yusuf. (2017) ‘Aylak Adam’, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
– Çiftçi, Deniz. (2019) ‘Bir Sınır-Mekân Olarak Anayurt Oteli ve Zebercet’, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Toplumsal Düşünce Yüksek Lisans Programı Yüksek Lisans Tezi.
– Gür, B. (2013) ‘Birey-Kent İlişkisinde Yüzer-Gezerlik, Mimari Tasarım ve Kuram’, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.
– Moran, Berna. (2021) ‘Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2’, İstanbul: İletişim Yayınları.
– Naci, Fethi. (2007) ‘Yüz Yılın 100 Türk Romanı’, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.
– Sağlık, S. Enis. (2022) ‘Modern Çağın Hastalığı Yabancılaşma: Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu ve Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam Romanlarının Karşılaştırılması’, Eskişehir: Osman Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi

