DOSYA MODERN TÜRK EDEBİYATINDA ERKEKLİK ALGISI 

‘KAPAK KIZI’ VE ‘YEŞİL PERİ GECESİ’ ROMANLARINDA TOPLUMSAL CİNSİYET ÜZERİNDEN ERKEKLİK KURGULARI


Son Baskı’da bu dosyanın hazırlanacağı haberini aldığımda, o sıralar, akademik çalışmam nedeniyle toplumsal cinsiyet kavramı üzerine çeşitli kitaplar okuyordum ve literatürü gitgide genişleyen “erkeklik” çalışmalarının da varlığından haberdardım. Uzun süre elimden düşmeyen ‘Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları’ adlı kitapta Efe Arık, çalışmalarının kavramsal arka planını anlatırken sorduğu bazı sorularla dikkatimi çekmişti. Altını çizdiğim sorulardan birkaçı: “Erkekliğin tarihsel, kültürel ve toplumsal inşa süreçlerinin bir ürünü olması ne anlama gelir?”, “Erkeklik ve ataerkil toplumsal yapı arasında nasıl bir ilişki vardır?”, “Erkeklik kavramıyla vurgulanmak istenen nedir?”…

Biyolojik cinsiyet, taşıdığımız fizyolojik ve anatomik özelliklere göre kadın ve erkek olarak birbirimizden ayrılmamızdır. Toplumsal cinsiyet ise, toplumun uymamızı beklediği birtakım kurallara, toplumsal normlara göre şekillenen cinsiyet kategorisi. “Ataerkil söylem, erkekliğe atfedilen mertlik, dürüstlük, cesur, dayanıklı ve güçlü olma, ailenin reisi olma ve namusunu koruma gibi değerlerin erkek olmanın biyolojik doğasının doğal bir sonucu olduğunu söyler. Erkeklik kodları toplumun erkeklerden uymalarını beklediği kurallardır. Bu kodlar; ‘Erkek adam ağlamaz’, ‘Erkek adam cesur olur’, ‘Erkek adam küpe takmaz’ gibi ifadelerden de anlaşılabileceği gibi erkeklerin erkek adam olabilmeleri için belirli bir psikolojik özelliği, ahlaki tavır ve tutumu veya bir beğeniyi öne çıkaran bir dizi fikir içerir.” (Efe Arık, s.231)

İlk bakışta anlaşılmıyor gibi gelen bu terimler, kavramlar toplumun her kesiminden insanın basit bir bakış açısıyla kendi hayatına yorumlayabileceği şeyler aslında. Kadınların hayatlarının o kadar çok içinde ki hatta bunlar; sonu kadın cinayetine kadar giden boşanmalar, kadınların yaşam tarzına, giyimine, çalışma alanlarına müdahaleler, tacizler… Erkeklerin kadınlar üzerinden eyleme geçirdikleri birçok şeyle karşı karşıyayız. Erkeklik algısı kadından kopuk düşünülemiyor yani. İster erkeklik kodları, ister erkeklik normları diyelim ataerkil bir toplumsal yapıda erkeklerin sahip oldukları erki kullanma, kendi bastırılmış duyguları ile karşısındakinin duygularını baskı altına alma, kadınlara yönelik cinsel taleplerini dışa vurma biçimi, sözle tacizin veya sözel şiddetin normal görülmesi, cinsiyete dayalı küfür, argo vb. dil kullanımı, tüm bunların erkeğin üstünlük kurma isteğini içerdiğini ve erkek davranışlarını nasıl etkilediğini görebiliriz. Hiç zor değil.

Zymunt Bauman’a göre, “zamanla ‘erkek’ ve ‘kadın’ olmanın anlamını belirleyen, kültür yoluyla açığa çıkan, öğretilen ve öğrenilen alışkanlıklarla görenekler olmuştur. Toplumsal cinsiyet kültürel bir kategoridir. Kadın ve erkekler arasında kültürel olarak üretilmiş ayrımların biyolojik farklılıklar kadar normal görünmesinin en önemli nedeni; bu farklılıkların doğallaştırılması, yerleşik ve güvenli hale getirilmesidir. Kadın ve erkekler, doğdukları andan itibaren farklı muamelelere tabi tutulduğu gibi ilgi alanları ve davranışları, toplumun öngördüğü anlayış içinde belirlenir ve doğal olarak kabul edilir. Aynı zamanda toplum için vazgeçilmez sayılan üreme, ev işleri ve çocuk bakımı gibi faaliyetler tamamen kadınların üzerine atılıp değersizleştirilebilir” (2021, s.173-174).

Doğu Batı dergisinin “Toplumsal Cinsiyet I” sayısında Vehbi Bayhan, cinsiyetin sosyal inşa sürecini anlatırken şunları söylüyor: “Cinsiyet doğuştan getirdiğimiz özellikler kadar, hatta ondan çok daha fazla, dünyada başımıza gelen şeylerle ilişkilidir. Örneğin, isimlerimiz sadece ailemizin beklenti ve umutlarını değil, içinde yaşadığımız toplumda değer verilen şeyleri de gösterir. Erkek annesi olmak, pek çok kültürde annenin (gelinin) aile içindeki statüsünü yükseltir. Araştırmalara göre, erken çocukluk evresinde ailelerin kız ve erkek çocuklara davranışında da belirgin farklılıklar var. Kızlara daha koruyucu davranılırken erkeklere cesaretlendirici tutumlar sergilenir. Erkek çocuklara sünnet düğünü töreni yapılır ve erkekliğiyle gurur duymak öğretilir; fakat kız çocukların kadınlığa geçişi böyle törenle olmaz, bedenin gelişimi onun için doğal bir şeydir. Birinin hayat bilgisi kendini gösterme, cesaret ve güç ile; diğerininki itaat, yumuşaklık ve idare etme ile ilişkilidir.” (2012-13, s.154)

Toplumsal ve kültürel yaşamdaki bu ayrımlar, Türk edebiyatına da yansımıştır elbette. Edebiyatımızda erkeklik kodları fiziksel özellikler, kişilik özellikleri, şiddet türleri, babalık ve eş cinsellik üzerinden kurgulanmış. Bunun yanında, erkek kahramanların kendi aralarındaki hiyerarşi de sorgulanmış ve hegemonik erkeklik kavramı çerçevesinde bu hiyerarşi örneklendirilmiş. Erkeklik daha çok fiziksel özellikler ve bunların taşıdığı şeylerle ilgili olduğu için araştırmalar, erkeklik tanımlarını fiziksel niteliklerin güç ile ilişkisinde ele almak gerektiğini söylüyor. Terim olarak erkeklik kendi içinde pek çok çeşit taşıyan ve güçle ilişkili olanı / erki elinde tutanı, toplumsal üstünlüğün yansıması olan rolü ifade etmek için kullanılmıştır.

Ayfer Tunç, Türk edebiyatının çok yönlü kadın yazarlarından biri… Erkeklik algısı denilince, nehir roman olarak okunan ‘Kapak Kızı’, ‘Yeşil Peri Gecesi’ romanlarını ele almak istedim ben de. ‘Kapak Kızı’nda anlatıcı, romanın başlangıcında daha ilk paragrafta Bünyamin ile tanıştırır okuyucuyu. Bünyamin, TCDD’de şef garsondur. Trende, yemekli vagonda yeni bir yolculuğa hazırlık yapılıyordur. Başkent, soğuk bir cumartesi gününde karlar altındadır. Trendeki garsonlardan biri bulmaca çözerken İsa, Meryem ya da ermişlerin tahta üzerine mumlu, yumurtalı boyalarla yapılmış resimlerin adını “Senin komşun gavurdu, değil mi? Sen bilirsin.” diye Bünyamin’e sorar. Bünyamin’in komşusu Garo’dan nefret ettiğini bu kısımda anlarız. Garo ince, esmer ve güzel yüzlü bir adamdır. “Onu hatırlamak istemiyordu. Onu hatırlayınca ne kadar çaresiz olduğunu fark ediyordu. Ama her şey onu ve onunla birlikte başka şeyleri de hatırlamasına neden oluyordu.Bünyamin, Garo’yu kıskanmaktadır; çünkü karısı ile bir ilişkisi olduğundan şüphelenmektedir.

Yolculuk boyunca Bünyamin’in bir düşünceden başka bir düşünceye savrulan zihnini okuruz. Bünyamin’in aklından geçirdiği şeylerden biri de sabah baktığı derginin kapağındaki kadındır: ŞebnemŞebnem’i gördüğünde onu, çocukluğunda karpuz tarlasını beklerken sırtüstü yatıp seyrettiği, bu uzun seyredişler sonunda ona canlanmış da güzel sözler söylüyormuş gibi gelen, parlaklığına hep şaştığı ay ile özdeşleştirir.

(…) Fotoğraflara uzun uzun baktıktan sonra kalan duygu, sanki kadınla bir kez tanışsa, konuşsa, ona içini açsa, kadının onu anlayacağı, kelimelere gerek kalmadan ruhuna sızacağı” duygusudur hissettiği. Karısının sadakatinden şüphelenip Cennet’in kendisini Garo ile aldattığını düşünürken aslında kendisi de başka bir kadını zihninden geçirmektedir. Cennet’i eskisi kadar güzel bulmamaktadır üstelik. Ayfer Tunç, erkekliği kurgularken şu tek bir cümleyle kadına bakış açısını da çok iyi yansıtır: “Cennet evinde bir kadındı artık.

İkinci bölümde anlatıcı, Ersin ile tanıştırır okuyucuyu. Ersin trendeki yolculardan biridir ve banka müfettişidir. Anlatıcının bakımlı, huzurlu, temiz, aydınlık diye nitelediği baba evine gidiyordur Ersin. Evde yapacaklarını düşünmektedir. “Bütün bu sohbetler, meyve soyup yemeler, çay içmeler, vakitlice yatmalar, lavanta kokan çarşaflar iyiydi, hoştu. Ama mutluluğu andırmıyordu. Bunların adına dense dense huzur denirdi. Kişiliksiz, sıradan bir huzur…Ersin’in aile ve ev üzerine kendi içinde sorgulamalarına şahit oluruz. Ersin küçük şehirlerde yaşamak istememektedir artık. Kasabada yaşayanların nasıl mutlu olabildiklerini söylediklerini sorgular kendince. “Hayattan bekledikleri çok sıradan şeylerse mutlu olabilirlerdi. Güzel bir lojmanda oturulurdu, evlenilirdi, çoluk çocuk sahibi olunurdu, iyi para kazanılırdı, ara sıra güzelliğinin ünü çabuk yayılan bir kadın geldiğinde, şehrin dışındaki pavyonlara, erkek âlemine gidilirdi.Ersin, tren ilerlerken iyi kötü bir üniversite bitirmiş bir erkek olduğunu hayal eder; pazar günü evinde ayaklarını kaşıya kaşıya televizyon seyreden, kadının mutfakta öğle yemeğinin bulaşıklarını yıkadığı, omzuna nazar boncuğu çengellenmiş çocuğu ile karısını alıp mesireye giden bir bölge müdürü, Devlet Su İşlerinde ya da Köy Hizmetlerinde görevli yüksek bir memur. Ersin bu hayalden ürperir, bunun hayatın getirdiklerine razı olmak, onlarla oyalanmak olduğunu düşünür; fakat Ersin bunları düşünmesine rağmen kendi seçimlerini yaşayan bir adam değildir zaten. Ersin, Şebnem’in amcasının oğludur. Şebnem yatılı okulda okurken zaman zaman amcasına evci çıktığı sıralarda onunla Ersin ilgilenmiş ve içten içe Şebnem’i sevmeye başlamıştır. Bunu, ona değil kendine bile söylemeye cesareti olmamıştır. Şebnem’den çok uzakta ve onun hayatında hiçbir yeri olmamasına rağmen onu düşünürken zihninde sürekli Şebnem’i eleştirmesi, yaptıklarından dolayı onu yargılamayı kendine hak görmesi erkeklik kodlarına dâhil diyebilirim.

Ayfer Tunç, mekân üzerinden de bekâr erkek yaşantısını gözler önüne seriyor ilk romanda. Ersin’in Ankara’da trene binmeden önce ziyaret ettiği arkadaşı Hakan’ın evi, bekâr evlerine has sigara, cila, eski eşya ve tıraş kolonyası kokmaktadır. Üzerinde gömlek, kitap, tarak, sigara, kül tablası, fincan duran, odanın dağınıklığının büyük bir bölümünü barındıran kanepeye oturur Ersin. Sehpanın üstü gazete, dosya ve bankanın yayımladığı talimatlar ile doludur. Hakan’ın turneye çıkarken götürdüğü valizimsi çanta ortalık yerde durmaktadır.

İçinde kurşun gibi bir hoşnutsuzluk birikiyordu. Geleceğinin böyle bir şehre yazgılı olmasından korkuyordu.” Ama aslında Ersin’in düşündüğü gelecek değil, o anda, geçmişidir, asıl unutmak istediğidir: Şebnem. Evet, trendeki Bünyamin’in hayalinden geçen aynı kadın. ‘Kapak Kızı’nda Şebnem’in sadece adı vardır, ikinci romanda Şebnem konuşur, Şebnem’in yaşadıklarına ve iç dünyasına şahit oluruz.

– Ayfer Tunç –

Ersin’in babası Süleyman Bey ile ilgili Ersin ve Hakan arasında geçen bir konuşmadan Süleyman Bey’in hayatında çok az şey yapsa da kendince iyi yaptığını, iyi bir iş kurup büyüttüğünü; iyi evlatlar yetiştiren bir baba, evliliğini yürütmeyi bilmiş bir eş olduğunu okuruz. Bunlar ataerkil bir toplumda erkeklerden beklenen en önemli şeylerdir. ‘Yeşil Peri Gecesi’nde durum hiç de sanıldığı gibi değildir ama. Süleyman Bey, abisi kaza geçirip hastanede yatarken abisinin eşi Hülya’ya âşık olacak, ona sahip olmak isteyecek kadar ahlaksız bir adamdır. Eşininse hiçbir şeyden haberi yoktur. Abisinin de bu olay karşısında tepkisiz kalacağını bildiğinden onu susturmak ve kendi vicdanını hafifletmek adına abisine modern görünümlü bir ev bile alır. Şebnem’e göre bu, rezil bir durumdur, eline fırsat geçtikçe bu iğrençliği haykırır yüzlerine; amcasını annesi ile gördükten sonra, onu hep “iğrenç et beni” olarak anacaktır.

Hegemonik erkeklik, araştırdığım kaynaklar içinde benim dikkatimi çeken bir diğer tanımlama. Ayfer Tunç, ‘Yeşil Peri Gecesi’nde, Necmi Bey (Şebnem’in kocası, Osman’ın babası) ve Uluçmüdür (Osman’ın erkek kardeşi, Teoman’ın nişanlısının dayısı) aracılığıyla, hegemonik erkekliği okuyucuya sezdirmek amaçlı bilinçli mi kullandı, bilemiyorum, ama bu erkek kahramanlara dayalı kurgulanan olaylar beni çok etkiledi. Bu kavram, erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğinden beslenen ve farklı erkeklik biçimleri arasında da hegemonik ilişki kurmak şeklinde tanımlanmaktadır. Sosyolog Serpil Sancar’a göre ise “iktidarı elinde tutan erkeklerin sahip olduğu erkeklik imgesi”ne işaret ediyor. Öyle ki romanda gücü, yönetmeyi, üst makamı temsil eden Uluçmüdür ve Şebnem arasında yaşanan korkunç olayda, aynı zamanda baskı ve şiddet unsurunun da müdüre yüklendiğini görüyoruz.

Tecavüze uğradığımı, nasıl mahvedildiğimi satır satır anlattığım halde, benim trajedimle değil, geleneklerine bağlı bir ailenin reisi olan üst düzey bir emniyet yetkilisinin skandalıyla (…) ilgileniyorlardı. Herkes için skandalın haber olan kısmı buydu, benim yaşadıklarım değildi. Haberin dili suçları açık açık işaret ediyordu. Haberin hiçbir anında benim uğradığım vahşet suç olarak tınlamıyordu. (…) Uluçmüdür skandalın öznesiydi, ben nesnesiydim.

Ayfer Tunç erkeklik kurguları konusunda o kadar başarılı iç çözümlemeler, psikolojik tahliller yapıyor ki ben özellikle ‘Yeşil Peri Gecesi’nde, romanı bir akışta okuyamadım. Bazı bölümlerde ilerleyemeyip kitabı kapatmak zorunda kaldım; çünkü anlatılanları duygusal olarak sindirmekte zorlandım bir kadın olarak. Türk edebiyatında erkekliğin kurgulanışı aslında cinsiyetler arasındaki güç ilişkilerini de ortaya koyuyor. Kadının nasıl temsil edildiğini, ötekileştirildiğini, susturulup bastırıldığını, bir cinsel nesne olarak görüldüğünü anlıyoruz. Şebnem annesinin yeni kocasından ve onun üvey oğlundan bile dışarıda erkeklerle dolaşıyor bahanesiyle dayak yemiştir; hatta adam, doğum uzmanı olunca Şebnem’e kızlık muayenesi yapar, bunu da tekrarlamaya başlar bir süre sonra. Şebnem’in ruhunda yaralar açan olaylardan biridir bu ve o yaşta bunu yaşaması çok üzücüdür. Şebnem içinse bu adam artık kızlık müdürüdür. Sonradan adamın Şebnem’in annesi Hülya’yı da dövdüğü ortaya çıkacaktır. Meslek sahibi saygın bir doktor olsa da yine de erkeklik gücü ve otoritesinin neler yapabileceği açıkça görülmektedir bu kurguda.

Osman’ın babası Necmi Bey’e gelince, o da dışarıya olumlu bir portre çizip evde karısı ve çocuklarına kendi gücünü konuşturan bir adam. Osman, babasının annesine yaptıklarını anlatıyor Şebnem’in kucağında çocuk gibi ağladığı anlardan birinde. Adam, karısı kendinden habersiz bir yere gider diye ayakkabısının altına tebeşirle çarpı çizmektedir her sabah işe giderken. Osman ilkokula başladığında, bir gün sınıftan tebeşir çalıp getirir ve dışarı çıkıp geldikten sonra annesine al, sen çiz, der. Osman’ın kardeşi Teoman’ın ne kadar yalaka, muhbir olduğunu düşünmezler. Babası akşam eve gelince abisini ve annesini ihbar eder. Osman da annesi de çok fena bir halde dayak yer. Annesinin dudaklarını yolarak kanatır babası.

Şebnem’in babasıyla olan ilişkisi de derin yaralar almıştır. Babası Cavit mühendistir ve uzak bir şehirde çalıştığı şantiyeden eve dönmesini beklerlerken kaza haberini alırlar. Bir kaya parçası düşmüş ve babayı yaralamıştır. Cavit’in yüzü parçalanır, bir kolu kopar. Bu korkunç olaydan sonra çocuk Şebnem bir anda büyümek zorunda kalır. Çünkü yalnız kalmıştır ve eski yakışıklı, neşeli babası yoktur. Şebnem zaten hayatına giren adamlarda ve evlendiği Osman’da babasından göremediği ilgi ve sevgiyi arayacaktır. ‘Kişiliğin Gelişimi’ adlı kitapta Gustav Jung şöyle diyor: “(…) Hiçbir hata yapmamak ebeveynin meselesi değil – ki bu zaten doğal olarak imkânsız olurdu – ama ne olduklarını fark etmek onların sorumluluğudur.” Benim de roman boyunca Cavit’e sinirlenmemin nedeni bu, Şebnem’i ne kadar yalnız bıraktığını, ondan uzaklaşarak ona kötülük ettiğini fark etmedi. Ölmeden önce de kafayı yemiş numarası yaptı. Şebnem’in ağzından: “Ömrümün son gecesinde sana her şeyin farkında olduğumu söyleyebilecek gücüm olsaydı, bu hale gelmezdik kızım demek istiyordu.Şebnem’in hayatını uçuruma sürükleyen erkeklerin en başında babası var bence; sonra Ali. Bu adam da Şebnem’in âşık olduğu; kendince “hayatın anlamı”nı arayan, ama kendine güvenemediği için de Fransa’ya kaçarak Şebnem’i terk eden, gittiği yerde başka bir kadınla evlenen, ben sana göre değilim, seni üzerim palavrası atan adamlardan biri yani. Yıllar sonra tekrar karşılaştıklarında Şebnem başına gelen tüm kötülüklerden onun kapısına gidip ona sığınır. Yine de Şebnem’e nahif davranması, onu yıllar sonra da olsa sevdiğini ve hayatın anlamını bulduğunu söylemesiyle yazar erkek bakış açısını bir nebze de olsa olumluya çekmek istemiş sanki. Bu üçlemenin son kitabı ‘Osman’… Romana adını veren Osman da ilginç erkek kahramanlardan biri… Bu kitapta, yaşananlar Osman’ın bakış açısından anlatılıyor bu sefer.

– Ayfer Tunç –

Erkeklik üzerine çalışmalar, günden güne farklı yönleriyle ele alınmaya devam ediyor. Günümüz Türk edebiyatını da besleyen en önemli kaynaklardan biri aynı zamanda. İlerde okunacak daha çok öykü, roman ve söyleyecek daha çok sözümüz olacaktır, eminim.

KAYNAKÇA:

– Ayfer Tunç, ‘Kapak Kızı’, Can Yayınları, Temmuz 2023.

– Ayfer Tunç, ‘Yeşil Peri Gecesi’, Can Yayınları, Ağustos 2023.

– Carl Gustav Jung, ‘Kişiliğin Gelişimi’, Pinhan Yayıncılık, Nisan 2024 / İstanbul.

– ‘Kadın Dile Düşünce – Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet’, Derleyenler: Sibel Irzık, Jale Parla, İletişim Yayınları, 2021 / İstanbul.

– Serpil Sancar, ‘Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti – Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar’, İletişim Yayınları, 2022 / İstanbul.

– ‘Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları’, Hazırlayan: Feryal Saygılıgil, Dipnot Yayınları, 2022 / Ankara.

– Vehbi Bayhan, “Beden Sosyolojisi ve Toplumsal Cinsiyet”, Doğu Batı dergisi, Sayı: 63, Nisan 2019.

– Zymunt Bauman & Tim May, ‘Sosyolojik Düşünmek’, Ayrıntı Yayınları, Yirmi altıncı basım / İstanbul.

Paylaş:

Benzer yazılar

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x