BASKICI DİSİPLİN

-ADANA-
Yazıma, hayranlık duyduğum Alman filozof Nietzsche’nin sözüyle başlamak istiyorum:
“Disiplinin sırrı motivasyondur; bir kişi yeterince motive edilmişse disiplin kendi kendine sağlanır. Baskıcı bir disiplin ise davranışlara gereğinden fazla sınırlama getirilmesidir.”
Disiplin, günümüzde yol göstermek ve yardım etmek anlamına gelir. Dayağın etkisi, acısı geçinceye kadardır. Çocuk zamanla “dayak arsızı” olur. Dövülen çocuk, dövmeyi ve şiddeti öğrenir.
Disiplin adı altında baskı üzerine kurulu okullarda okumam, orada yaşadığımız eğitimle ve disiplinle bağdaşmayan uygulamalar bende olduğu gibi pek çok arkadaşımda da derin yaralar bırakmış olmalı ki aradan yıllar geçse de yaşananları unutamıyoruz. Ben de bir eğitimciyim; 38 yıl bu mesleği yaptım ve asla bir öğrencimi kitaplarını getirmedi diye tokatlamadım ya da eteği kısa diye sınıfın ortasında eteğini sökmedim. “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter” diyenlere inat, hiçbir öğrencime el kaldırmadım. Bir öğrencinin sırasında yabancı dil kitabının çözümlenmiş yardımcı kitabını bulduğumda o kitabı başında parçalamadım. Bir öğrencime “Sen, kurbağa gözlü” gibi incitici sözler söylemedim. 1 Nisan’da küçük bir şaka yapıp başka sınıfa giden öğrencileri bulduğumda elimde sopayla dövmedim ve hırsımı alamayıp tekrar tokatlamadım. Arkadaşına suflörlük yaptı diye bir öğrenciyi “vatan haini” ilan etmedim, sınıfta bırakmadım.
Bu arada, “vatan haini” olan bendim! Tüm öğretmenleri aynı kategoriye sokmak istemem; ama olumsuz örnekler çoğaltılabilir. Lise arkadaşlarımla bir araya geldiğimizde bu anıları konuşur, bazen gülsek de hepimizin unutamadığı trajikomik olaylar vardır.
Ağabeyimin yakın arkadaşı, mahallemizin genci İsmail’in okulu terk etme nedeni de bir öğretmendir. İngilizce dersinde bir sözcüğü yanlış telaffuz ettiği için o kadar çok dövülmüş ki öğretmen hırsını alamayıp dışarıya sopa almaya gittiğinde tüm sınıf “İsmail, kaç, seni öldürecek!” diye bağırmış. Küçücük bir çocuğun geleceğini karartan bu tip öğretmenler, otokratik öğretmenlerdir.
Öğretmenler, karşılarındaki öğrencileri bir değer olarak kabul etmeli ve onlara hitap ederken incitici sözler kullanmamalıdır. Öğrenciler geleceğin değerleridir. Öğrenciye ismiyle hitap etmek, ona değer verdiğimizin göstergesidir. Öğretmen, öğrencilerin isimlerini aklında tutamayabilir ama “kurbağa gözlü”, “sarı kafa”, “pat burun” gibi yakıştırmalar, öğretmene yakışmayan ve öğrenciyi inciten ifadelerdir. Benim de bir öğretmenim bana hep “pat burun” derdi. Oysa burnumla gurur duyardım; hatta ameliyatlı olup olmadığını soranlar olurdu. Sanırım burnumu kıskanıyordu – küçük bir ironi yapmak istedim.
Okul düzenimiz, çocuğun kendine uygun yeteneklerini bulup geliştireceği bir sistem yerine, öğrenci psikolojisiyle ilgisi olmayan ölçütler kullanır. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Almanca Öğretmenliği Bölümünde yıllarca Yabancı Dil Öğretiminin Metotları ve Teknikleri dersini verdiğim için öğrencilerimi bu konuda hep uyardım. “İsimleri aklınızda tutamayabilirsiniz; her öğrenciden küçük bir kâğıda adını yazıp yakasına takmasını veya sıranın üzerine koymasını isteyebilirsiniz” derdim.
Eskişehir’de, parkın içinde Odunpazarı Belediyesi tarafından kurulmuş bir kütüphane var. İçeri girdim; önce kitapların satılık olduğunu düşündüm ama 15 günlüğüne ödünç veriliyormuş. Kitaplar arasında kısa bir yolculuğa çıktım ve bir öğretmenin yazdığı bir kitabı elime aldım. Sayfaları karıştırırken ilk cümlesi dikkatimi çekti:
“Öğretmenimin bana ilk tokat attığı gün öğretmen olmaya karar verdim.”
Aslında o kitabı alıp okumayı çok isterdim; ama bir hafta sonra Adana’ya döneceğim için ödünç alamadım. Kim bilir, buna benzer kaç insan böyle öğretmenler yüzünden helak olup gitti…
İlköğrenimimi Eskişehir Yunus Emre İlkokulunda alırken dillere destan, tüm öğrencilerin karşısında tir tir titrediği bir müdürümüz vardı. Bizler daha 7-8 yaşlarında, son derece masum çocuklardık ve ondan çok korkardık. Bir gün sınıf öğretmenimiz beni ders sırasında kütüphaneye kitap almaya gönderdi. Herkes dersteydi, okulda çıt yoktu. Koridorun ucunda müdürümüz göründü ve bana “Burada ne arıyorsun?” diye seslendi. Çok korkarak ne yapacağımı söyledim ve korkudan altımı ıslattım. Kitabı alıp sınıfa döndüm ama kimseye bir şey söylemeden sırama oturdum. Öğretmenime durumu anlatıp eve gidip çamaşırımı değiştirmek istediğimi bile diyemedim.
Korku kültürünün oluşturulmasının en önemli sebeplerinden biri, itaatkârlığı artırmaktır. O yıllarda aileden gelen bir saygı-sevgi kültürü de vardı. Her evde “Âdâb-ı Muâşeret Kuralları” kitabı bulunur, ailelerimiz bu kitabı okumamızı ve çok şey öğreneceğimizi söylerdi. Bizler, sınıfın düzenini bozmayan, öğretmenlerimize en ufak saygısızlık etmeyen öğrencilerdik.
Toplumumuzun kültüründe dayak, siyasal ve dinsel bir kabule sahiptir. Dil ve kültür iç içedir; dil, kültürün taşıyıcısıdır. Bir toplumun dilinden kültürünü anlayabiliriz. “Dayak cennetten çıkma” derler. Hep düşünürüm: Dayak güzel bir şey olsaydı neden cennetten çıksın? “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” gibi sözler bu anlayışı besler.
Peki, öğretmen, öğrencisini neden dövme gereği duyar? Dayak, onur kırıcı bir olgudur. Belki de çocukları sevmeyen, dayak ortamında büyümüş insanlardır. Bu kültürle eğitim alan öğrenciler, eğitim hayatları boyunca baskı dolayısıyla kendine güvenlerini kaybeder, istekleri söner. Hatta bazılarının dayanamayıp okul hayatına son verdiğine şahit oldum. Bu korku kültüründen “sağ” çıkabilenler ancak korkularıyla yüzleşebilenlerdir.
Bir eğitimci olarak yıllarca bu baskıcı eğitimin amacının ne olduğunu, neye hizmet ettiğini düşündüm; ama kendime bir açıklama getiremedim. Siz getirebildiniz mi?
Theodore Roosevelt’in şu sözü çok hoşuma gider:
“Eğer bir insanı sadece akıl yönünden eğitiyor ama ahlak yönünden eğitmiyorsanız toplumun başına yalnızca bir bela yetiştiriyorsunuz demektir.”
Eğitim hakkı, ayrım yapılmadan tüm çocuklara verilmelidir; siyasetten uzak tutulup daha fazla finansal destek sağlanmalıdır. Eğitime yapılan yatırım, en güzel yatırımdır. Ülkenin geleceğini şekillendirmek ancak iyi bir eğitimle mümkündür. En büyük dileğimiz, çocuklarımızın vicdanlı, dürüst ve cesaretlendirici öğretmenlerin ellerinde yetişmesidir. Cumhuriyeti kuranlar ne demişti:
“Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştireceğiz.”
Eğitim hâlâ bir sorunlar yumağıdır. Bu tür anılarla yüzleşmek bizi hem mutlu hem de güçlü kılar; gelecek nesillere yol gösterir diye düşünüyorum.
Mevlana’nın ifadeleriyle bitireyim yazımı:
“Gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme. Gönlüm duygularımı anlatamadığı için kızarken dilime, dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor gönlüme.”