BİR İSİMDEN DAHA FAZLASI

-İSTANBUL-
Atatürk artık sadece bir insan değil, bir zamir değil; bir yüklemdir – “yapmak”, “başarmak”, “direnmek” fiillerine denk düşer.
Bir insanın yüce ideallerinin başarılacağını gösterir.
Bir milletin en karanlık sabahında, gözlerini değil, aklını kendine çeviren bir ışık…
Samsun’a ayak bastığı gün, deniz puslu, yollar çamurdu; ama o çamurun içinde bile bir ülkenin yeniden yazılacak hikâyesini görüyordu.
Vizyon buydu:
Henüz doğmamış çocukların bile nefesini hissedebilmek. Henüz doğmamış çocukların özgür nefesini hayal etmek… Birçoğumuzun dedesi, annesi, babası ve sonra da biz o özgür dünyaya doğduk… Bir adamın hayalinin gerçekliğine…
Dirayet, onun el yazısındaki bastırılmış çizgide gizlidir.
Yorgun ama eğilmemiş bir kalemdir o.
1920 yılının Ankara’sında, sıraları talaş kokan bir mecliste, herkes umutsuzken o sessizce “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” dedi.
Bir cümle kurdu ve cümlenin içinden bir ülke büyüdü.
Kararlılık, bazen bir cephe değildir.
Bazen bir bakış, bir susuş, bir geri dönmeyiştir.
Sakarya’da toprağa diz çökmüş askerlerine “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” dediğinde sadece savaşın yönünü değil, insanın kaderini de değiştirdi.
Çünkü o bilir:
Bir vatan, toprakla değil, kararla çizilir.
Zekâsı, sadece hesap eden bir akıl değil, insanı çözen, zamanı okuyan bir pusulaydı.
Lozan’da kalemini bir silah gibi tutmadı; bir cerrah gibi, sözcüklerin arasındaki hastalığı buldu: “Boyun eğmek.”
Ve orada, diplomasiyle bir savaş daha kazandı.
Her cümlesi bir stratejiydi, her virgülü bir nefes aldırırdı bu millete.
Sorumluluk duygusu ise sessiz bir dağ gibiydi.
En tepesinde yalnızdı; ama o yalnızlıkta bile kimseyi suçlamadı, kimseyi bırakmadı.
Bir gece Dolmabahçe’nin ışıkları solarken kalemiyle değil kalbiyle yazdı son cümlesini:
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Bugün o cümle hâlâ yürür sokaklarda.
Bir çocuğun defterinde, bir öğretmenin sesinde, bir kadının dirayetinde, bir gencin aklında…
Atatürk, artık bir insan değil; bir ölçüdür.
Cesaretin, sorumluluğun, aklın ölçüsü…
Bir aynadır – her baktığında seni değil, olabileceğini gösterir.
O yüzden onu anmak, geçmişe bakmak değildir; geleceğe onun gözüyle bakabilmektir.
Çünkü Atatürk, bir mezar taşına sığmaz.
O, bir ülkenin hâlâ yürüyen cümlesidir:
Korkuya rağmen umut, karanlığa rağmen akıl, yalnızlığa rağmen onur!
Ve biz, o cümlenin hâlâ öznesiyiz.
Atatürk’e düşman da olabilirsin.
Bir fikre düşman olmak ne kadar akıllıca, bilmiyorum.
Ama akıl da kaybedilebilen bir şey sonuçta.
Atatürk’e düşman olursan başka şeylerle dost olursun:
Fakirlikle el sıkışırsın, geri kalmışlıkla aynı sofraya oturursun, kullukla uyuyup kölelikle uyanırsın, yozluğun aynasında kendini alkışlarsın, cahilliğin sesini marş sanırsın.
Çünkü iyi bir fikri reddettiğinde bir boşluk doğar içinden ve o boşluk, karanlığı çağırır.
Atatürk bir insan değil artık; bir yön duygusu, bir pusula, bir akıl terazisidir.
O pusulayı kırarsan dünyanın bütün rüzgârları seni savurur.
İnsan dostunu da düşmanını da kendi seçer; ama unutma – bazı seçimler yalnız seni değil, senden sonrakileri de karartır…


Yazınız için teşekkür ederiz…